Yürümeyi sever misiniz? Kariye’den başlayıp Ayasofya’da bitireceğiniz güzergah içinde bin yıllık tarihi barındırıyor. Nice yaşıtı zamanın etkisine dayanamayıp yok olurken, varlığını sürdüren İstanbul, geçmişle geleceği bir arada bulabileceğiniz bir şehir. Tempolu bir yürüyüşle 1 buçuk saat süren bu rotadaysa, Bizans devrine tanıklık etmek mümkün.
İki yakası iki kıtayı bir araya getiren İstanbul, Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirine övgüyle düşüyor:
“Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü’yada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.”
İstanbul’da yaşamak, uzun ve hoş bir rüya gibi, tarihin farklı dönemleri burada toplanıyor.
Tarihi milattan önce 638’e uzanan, her seferinde farklı bir isim ve kimlik alan şehir büyürken, geçmişinden kalanları da harmanlamış. Antik Yunan’da Byzantion; Roma ve Bizans döneminde Konstantinopolis; Osmanlı döneminde Konstantiniyye ve Dersaadet olarak anılan İstanbul’un yaşı 2700 olarak tahmin ediliyor. Üstelik bugün de sokaklarında bu tarihin izlerini taşıyan bin yıllık eserlere rastlamak mümkün.
Bizans dönemi eserleri bu tarihin mihenk taşları arasında. Bozdoğan Kemeri gibi şehrin ortasından geçen, Ayasofya gibi, dünya kültür mirası eserleri arasında sayılan nice eser hala ziyaretçileri ağırlıyor. Onları küçük turlarla keşfetmek de mümkün, şehrin içinde fark ederek her önünden geçtiğinizde dikkat kesilmek de.
Kariye’den başlayıp, Ayasofya’da biten bir yürüyüş güzergahı 5 kilometre sürüyor. Aralarda durup dinlenebilecek pek çok durak var. Üstelik Kariye de Ayasofya da Müzekart’la gezilebilecek yerler.
Tarihi İstanbul’u keşfetmek için de ideal bir güzergah olan bu yolda sadece ister Osmanlı dönemi eserlerine, ister Tarihi Yarımada’ya, isterseniz Bizans eserlerine odaklanabilirsiniz.
İstanbul deyince akla ilk gelenlerden Ayasofya, İmparator Justinian’nın kudretini kanıtlamak üzere inşa ettirdiği eserlerden. Dönemindeki en gösterişli yapı Ayasofya’nın kubbe mimarisine yüzyıllar boyunca yaklaşılmadığı düşünülürse, tarihi önemi daha iyi anlaşılır. Anthemios ve Isidoros tarafından inşa edilen eser günümüzde de pek çok açıdan ilk olma özelliğini koruyor. 5 yıl gibi bir sürede inşa edilmiş ve 15 yüzyıl boyunca ibadet yeri olarak kullanılmış, bu özelliğiyle dünyanın en uzun süreyle ibadethane olan binası olmak ünvanını da taşıyor.
Tarihçilerin notlarında İstanbul’un fethi sırasında harap halde olduğu belirtilen Ayasofya, camiye çevrilse de ismi değiştirilmiyor. Mimar Sinan’ın elinin değmesiyle beraber, daha önceki depremlerde iki kez kubbesi yıkılan bina, günümüze kadar geliyor. 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan seferinden getirdiği iki dev kandille süslenen eserin ikonaları da Fatih Sultan Mehmet döneminde ince bir sıvayla kapatıldığı için dünyanın en iyi korunan ikonaları arasında. Bu eşsiz eser İstanbul’un tarihi yarımadasının tam ortasında. Karşısında Sultan Ahmet Camii, arkasında Topkapı Sarayı’yla tarihi bir mirası aktaran Ayasofya’nın komşusu Yerebatan Sarnıcı da Bizans döneminden günümüze ulaşanlardan.
İstanbul’un yeraltı sularından yana talihsizliği yüzyıllar boyunca yerel yönetimlerin en önemli gündemlerinden. Sarnıçlar da Bizans döneminde su sıkıntısına bulunan çözümlerin başında. Bozdoğan Kemeri, Yerebatan Sarnıcı, Binbirdirek Sarnıcı, Şerefiye Sarnıcı bugün bile varlığını sürdürüyor. Bizans döneminde sık sık kuşatılan İstanbul’un savunmasının iki mihenk taşından biri sarnıçlar, biri surlar. İstanbul’un altını adeta köstebek yuvası gibi kuşatan sarnıçlar su deposu olarak uzun yıllar hizmet vermiş. İstanbul’un Ortodoks Mezhebi’nin başkenti olmasıyla beraber Antik Yunan döneminden kalan sütunlar ve pagan izleri taşıyan Medusa gibi eserler de sarnıca konulmuş. Osmanlı İmparatorluğu döneminde çeşmelerin kullanılmasıyla beraber işlevini yitiren ve Yerebatan Sarayı olarak da bilinen mekan günümüzde konserlere, sergilere, filmlere ev sahipliği yapıyor, turistlerin ziyaret listesinde başı çekiyor.
Ayasofya’nın hemen arkasında, Topkapı Sarayı sınırlarında kalan Aya İrini Kilisesi de Bizans döneminden kalan eserlerden. Hıristiyanlık dininin temellerini atan 7 ekümenik konsülden birinin gerçekleştirildiği kilise aynı zamanda İstanbul’un ilk arkeoloji müzesi olmak özelliğini de taşıyor. Camiye çevrilmeyen kilisenin en önemli özelliklerinden biri de Roma döneminden kalma Artemis, Afrodit, Apollon mabetlerinin kalıntılarından yararlanılarak inşa edilmesi. Üç farklı dönemde yeniden inşa edilen kilise İstanbul’un fethinden sonra Sur-i Sultani içinde kaldığı için günümüze mimari bir değişiklik yaşamadan gelen eserlerden.
İstanbul’u kuşatan surlar yine Bizans döneminden kalan eserlerden. Sarnıçlara su dolmasını sağlayan Bozdoğan Su Kemeri de. Valens Su Kemeri olarak da anılan kemer, giderek büyüyen şehrin su ihtiyacını karşılamak için yüzyıllarca hizmet vermiş. Tarihin en uzun su kemeri olarak anılan Bozdoğan Su Kemeri’nin bugün Kemerburgaz’a kadar uzanan yıkıntıları yanında, Unkapanı’na denk gelen bölümü sağlam. Eğilimli mimari yapısıyla şehre hiç durmadan su sağlayan kemer bir mühendislik harikası olarak tarihte yerini alan eserlerden.
Fatih semtinde bulunan ve kiliseden camiye evrilen eserler de Bizans izleri taşıyor. Bunların başında bir mahalleye adını veren Kariye de var. İstanbul’daki Bizans eserleri arasında özel bir yere sahip olan Kariye mozaik sanatının nadide örneklerini bünyesinde topluyor. İyi korunan mozaiklerin anlattığı hikaye de günümüzde hem tarihçilerin hem ziyaretçilerin ilgisini çeken detaylardan. Kilisenin iç ve dış koridorlarındaki mozaiklere paha biçilemiyor. Mozaiklerde Hz. İsa ve Hz. Meryem’in hayat öyküleri anlatılıyor. Bizans döneminde İstanbul’un dışında kalan ve manastır olarak kullanılan mekan, II. Theodosius döneminde surlarla çevrelenince şehrin içine dahil oluyor. İsmini “Şehir dışı” anlamına gelen “Chora”dan alan kilise İstanbul’un en önemli tarihi yapıları arasında.
Bugün bir semte adını veren Çemberlitaş da anıt eserlerden. Seferden dönen Roma ordularının geçtiği yolda bulunan anıt, bin yıllardır aynı yerde. Konstantin Forumu bugün Divanyolu Caddesi olarak anılıyor.
İstanbul gibi çok kültürlü ve katmanlı bir şehrin tarihi mirası, yaşıtı şehirlerden pek çok özellikle ayrılıyor. En önemli olansa, bin yıllara uzanan tarihi şehrin sokaklarında görebilmek.