Onlarla Instagram’ın Keşfet özelliği aracılığıyla karşılaştığım andan beri çok sıkı takipçileriyim! Nasıl olmayayım ki? Henüz geçtiğimiz haftalarda torun sahibi mutluluğu olmayı tadan bu dünya tatlısı çift, 20’li yaşlarını süren sporculara bile taş çıkartan gündelik alışkanlıkları; hiç bitmeyen keşfetme tutkuları ve en az kendileri kadar sevimli dört tekerlekli evleri ile birçok manada “hayal ettiğimiz hayatı” yaşamakla meşguller. Nasıl mı? Cevapları röportajımızda:
Birlikteliğimiz üniversite yıllarına Ankara’ya uzanıyor. Eşim Hulki ile 1982 senesinde, şimdinin çocuk denecek yaşlarında hayat arkadaşı olmaya karar verdik. Eşim Adapazarı, bense Eskişehir doğumluyum.1999 senesine kadar Adapazarı’nda yaşadık. Ancak birçok insan gibi 1999 depremi hayatımızın kırılma noktası oldu. Yaşayan herkes gibi bizleri de maddi manevi fazlasıyla yaralayan o günden beri de Antalya’nın Manavgat ilçesinde yaşıyoruz.
Aslında gezmeyi ve yeni yerler keşfetmeyi ailece bildik bileli çok sevdik. Ama işi biraz daha ileriye götürmemiz eşimizin Adapazarı’nda başlayan motosiklet tutkusuyla oldu. O yıllarda çocuklarımız küçük olduğu için şimdiki kadar dahil olamasam da her fırsatta ailece doğaya kaçma gibi bir alışkanlığımız vardı. Öte yandan depremi yaşamak da hayatın ne denli kısa olduğunu fark etmemizi sağladı ve bu konudaki cesaretimizi körükledi diyebilirim.
Her çift gibi zamanla ortak noktalarımız oluştu. Bizler nesil itibariyle yeşilin içinde sokaklarda oynayarak büyümüş; doğadan oyuncaklar üretmiş bize göre şanslı çocuklardık. Dolayısıyla da tanıştığımızda zaten ikimizde de doğa tutkusu fazlasıyla vardı.
Önceleri motosikletli ve arabalı çadır kamplarımız oluyordu. Sonra bisikletle uzun yol yapmaya ve bu yollarda tekrar çadır kullanmaya başladık. Çadırın yeri bizim için çok ayrıdır, çok severiz. Tabi bu çadır kamplarını yaptığımız dönemlerde karavan bizim için çok uzak bir hayaldi. Çünkü aslında her gezginin uç noktası karavandır. Yani karavan hayatına geçmek demek bir nevi gezginlikte rüştünü ispatlamakla eş değerdir. Ancak karavan tüm güzel özelliklerine rağmen bir de çok önemli dezavantaja sahiptir: Çünkü karavanla yolculuk eden iki kişiden biri karavan hayatını yeterince sevmezse işin büyüsü bozuluverir. Tabii biz çift olarak karavan hayatını çok sevdiğimiz için öyle bir sorun yaşamadık ve bir zamanlar bize çok uzak gelen bir hayalimizi de gerçekleştirmiş olduk.
Son zamanlarda yelkene de merak saldık, eğitimini alıyoruz. Benim diğer bir hobimse doğadan elde ettiğim malzemelerle tasarımlar yapmak. Yine blues ve caz dinlemek, çevremizdeki konser ve festivalleri takip etmek en büyük tutkularımızdan biri. Hatta karavanda yolculuk ederken fonda blues ezgilerinin asla eksik olmadığını söyleyebilirim!
Bize göre insanların hayata tutunabilmeleri için mutlaka kendilerine keyif veren uğraşlarının olması gerekiyor. Ve kendilerini hayatta tutan uğraşlara sahip olmayanların hem bedenen hem de ruhen çok erken yaşlandıklarına inanıyoruz. “Bütçem yok” ya da “Zamanım yok” gibi bahanelerin arkasına sığınmamak gerekiyor çünkü inanın her bütçeye göre karavan ve bisiklet seçenekleri olduğunu görebilirsiniz. Yeter ki yollara düşmeye samimi bir isteğiniz olsun ve şehirlerdeki acımasız çalışma hayatına sıkışıp kalmak size yaşama sevincini kaybettirmesin. Öte yandan bu rutinlerden çıkmak için ille de karavan sahibi olmak da gerekmiyor. İnanın gayet uygun fiyatlarla edinebileceğiniz bir çadır ve birkaç basit kamp malzemesi sayesinde kendinizi doğayla bütünleştirebilir ve bakış açınızı tümden değiştirebilirsiniz.
Sizlerle paylaşacağımız o kadar çok anımız var ki… Ama ilk kamp deneyimimiz en unutmadığımız anımız olabilir. Eğirdir Gölü’nü bilirsiniz. Onun güneyinde milli park olan Kovada Gölü vardır. İki çift, bizi kampçılığa yönlendiren bir ağabeyimizin manevi desteği ile bir hafta sonu çadır attık. Gölün tam kıyısına yerleştik. Göl kıyısına o kadar yakındık ki suya atlayan kurbağaların seslerini duyabiliyorduk. Kasım ayı olduğu için ortam ıssızdı ve orada bizi Anadolu kaplanlarının yaşadığını yazan bir tabela karşılamıştı. Çadırlarımızı kurduk, yemeklerimizi yedik ve çadırlarımıza çekildik. Hayatımda yaptığım ilk kampım olmasından ve az önce gördüğüm “kaplan uyarısı” nedeniyle çok tedirgin yatmıştım. Çok geçmeden çadırın içinde eşime dönerek “Uyan içeri ışık tutuyorlar!” diyerek fırladım. Işık sandığım aslında sadece ay ışığı idi. İlerleyen saatlerde yine korkuyla fırladım. O da nesi? Bir hayvan pençeleriyle çadırımızı tırmalıyordu! “Hah işte Anadolu kaplanı geldi” derken biz acemi kampçıların gece uykusunu bölen “kaplan”ın aslında minicik bir kedi olduğunu fark ettik! Bu hikaye bizi hep güldürmüştür…
Yolda olmanın en güzel taraflarından biri de anı yaşama duygusu vermesidir. Öyle ki her şey yolunda gidiyor zannederken bir bakmışsınız bir benzin istasyonu sizi misafir eder, ya da bir cami bahçesi…
Biz bunları yaptığımız için yaşıtlarımız hatta bazen bizden yaşça daha küçük olanlar bile “Çok çılgınsınız” diyorlar. Aslında pek de haksız sayılmazlar! Çünkü her sabah 20 km’lik bir bisiklet rutinimiz var. Ayrıca –motosikletten başka- sahip olduğumuz tek araç karavanımız olduğu için pazara bile karavanla gidiyoruz. Bazen insanların meraklı bakışlarına maruz kalsak da yorucu bir alışverişten sonra karavanımızda kahvemizi içmenin keyfi bambaşka oluyor! Özetlemek gerekirse karavan, bisiklet ve motosiklet tutkumuz söz konusu olduğunda çevremiz ve çocuklarımız bizi her zaman desteklediler ve desteklemeye de devam ediyorlar.
Türkiye de belli bir yaşı geçtin mi yaşlı sayılırsın ve insanlar da bu yaftaya kolayca boyun eğerek köşelerine çekilmeye meylederler. Zaten etrafımıza baktığımız zaman kahvehaneler bize bu konuda çok şey anlatır. Oysa yaşın kaç olursa olsun bir hobin olmalı ve hayata genç pencereden bakmalısın. Bize göre seni hayata bağlayan tutkulara sahip olmadığın gün gerçekten yaşlanmış sayılırsın. Bizim de kendimize örnek aldığımız insanlar var. Mesela en değerli yol arkadaşımız 81 yaşında! Ama 81 onun sadece kağıt üzerindeki yaşı. Bisiklet, karavan, kayak, yelken, motosiklet, dağcılık onun uzmanlık alanlarından sadece birkaçı…