Neredeyse 2 yıldır, her yaştan insanın başarı hikayesine tanıklık ediyorum. Bu işin başında kendimi ayrımcı bulmazdım ama öyle örneklerle karşılaştım ki, içimden “Vay be” dedikçe, önyargının hiç de gözle görünür bir şey olmadığını, en umulmadık zamanlarda karşınıza dikildiğini de farkettim. Üstelik yaş ayrımcılığı o kadar sinsi ki, hayatımızda nerelere sirayet ettiğini anlamamız zaman alıyor.
Kendime karşı ayrımcılık yaptığımı da bu süreçte anladım. Çok kitap okuyan, sokak oyunları yerine evi tercih eden bir çocuk olarak biraz yaşım ilerleyip bisiklete binmeye merak sardığımda bu kez ebeveynlerim beni durdurmuş, “Alerjilerin, astımın var, seni zorlayabilir” diye engel olmuştu. Üniversite yıllarımda herkes Eymir çevresinde tur atarken, bu sefer ben kendimi durdurdum, “Bu yaşta düşüp bir tarafımı incitemem” fikri hep kafamın üzerinde bir bulut gibi gezdi.
Aradan geçen yıllarda Aydan Çelik’le tanıştım. Bisikleti bu kadar iyi yaşayan ve anlatan bir insanı tanımak, hevesimi bir kez daha kabartsa da yine “Düşme” korkusuna yenildim. O zamanlar çok hareketli bir mesai hayatım vardı ve kimi zaman 20 kiloyu bulan ekipmanlarda oradan oraya koşarken herhangi bir sakatlığı tolere edemeyeceğimi biliyordum.
Yaşım artık 41 olduğunda bu hevesimi çoktan unuttuğumu düşünüyordum. Araya giren pandemi sürecinde artık değil bisiklete binmek, dışarıda yürümek bile külfetli bir hale gelmişti. Bütün bu olumsuzluklara bir de sene başında konulan fibromiyarji, omuz eklemlerinde iltihap ve yırtık, liflerde kopma, tenisci dirseği teşhisleri eklenince, “Herhalde artık sonsuza kadar hareket etmemem gerekiyor” fikrine alıştım.
Bu fikre alışmak kolay da, uygulamak kolay mı? Hele hayatınızı sürekli bir hareket halinde geçirdiyseniz. Uzun süren acılı tedavilerim sürerken, bedeni dinlemek kadar ona güvenmek gerektiğini de fark etmeye başladım. Elbette hoyrat kullanmak onu zorluyor, acılarını arttıyordu ama sabahın ilk saatlerinde yapılan bir yürüyüş, biraz deniz havası almak kime kötü gelebilirdi ki?
Yavaş yavaş soğuk sıcak dinlemeden yürüyüşlere çıkmaya başladım. Çok erken saatlerde şehrin sokaklarında dolaşmak, yeni uyanmaya başlayan günü seyretmek hem ağrılarımı biraz azalttı hem beklendiği üzere kondisyonumu hızla arttırdı. Tam bu sıralarda kendi de iyi bir bisiklet kullanıcısı olan bir arkadaşım hevesime kanca attı, “Yapabilirsin, niye yapamayasın?”
Sahi, niye yapamadığımı düşünüyordum? Düşmekten korktuğum için. Oysa bisikletin sağladığı dengeye ihtiyacım vardı. Üstelik belli ki insan düşmeden de bedenine kalıcı hasarlar verebiliyordu, hareket kısıtlaması bunların sadece pekişmesine yol açacaktı. Yine de tedavimi yürüten doktorların fikrini sorduğumda “Çok faydalı olur, kaygılanacak bir şey yok” demelerini beklemiyordum. Onay da aldığıma göre, geriye üç nal ve bir at kalmıştı.
Tam o günlerde gözüme İSBİKE Bisiklet Okulu ilanı ilişti. Bisiklet öğrenmeye karar veren birine “Ben sana öğretirim” diyen çok oluyor ama benim gibi güvensiz insanlar için böyle profesyonel bir adıma ihtiyaç var. Okula hemen kayıt oldum. Öyle hızlı davranmışım ki, eğitim başladığı ikinci güne yazılmışım. Yenikapı Sahil’inde yapılan eğitime büyük bir heyecanla gittim.
Biraz tay tay yürüyerek, biraz bisikleti yanımızda gezdirerek, biraz kendimizi iterek ama nasıl olduğunu hiç anlamadığım hızda bir saat sonra sahilde gezmeye çıkmıştık bile. Aramızda her yaştan ama sahiden her yaştan insan vardı. Çocuklar, 30’lu yaşlarında adada bisiklet binmek isteyenler, 40’ına kadar benim gibi cesaret edemeyenler, 50’lerinde çocuklarının cesaretlendirmesiyle gelenler. Hepimiz yağan yağmura rağmen 2 saat gibi kısa bir süre içinde eğitimi tamamladık ve ilk turumuzu attık.
“Bisiklet öğrenmekte ne var” diyenler çıkacaktır. Bazen hayatta çok basit olan şeyleri gerçekleştirme fırsatını kaçırıyorsunuz ve sonrasında ister kendinizin ister başkalarının önünüze koyduğu “Yapamazsın”ları aşmak çok zor oluyor. Bu kimi zaman yeni bir işe başlamak, kimi zaman yeni bir ülkeye tanışmak, kimi zaman yeni bir dil öğrenmek. Hep büyük gelişmeler olmasına da gerek yok, bisiklete binmeyi öğrenmek benim zihnimde duran çok büyük bir tabuydu. Aslında büyüklüğünün gölgesinden olduğunu keşfettim.
Bu arada bisiklete binmeyi öğrendiğim ilk hafta kendimce büyük bir tur da attım, 10 kilometre yol yaptım. Sınırlarımı zorlamak, yapabileceklerimi yeniden keşfetmek kadar bana iyi hissettiren bir şey yokmuş, hatırladım. En önemlisi aslında çok iyi bilsem de insanın her yaşta nefes aldığını, çalıştığını, ürettiğini bir kez daha gördüm.
Bisiklete binince resmen içimde bir bariyer yıkıldı, zihnime yeni fikirler üşüştü. Bu durumdan da şikayetçi değilim, sonuçta biz bu sitede hep ne diyoruz? Her yaşta hayatı dolu dolu yaşa.