“Tasarruf” deyince aklımıza çocukluktan kalma bir bozuk para kumbarası imgesi gelse de, bu sözcük aslında hayatın her anında uygulanması gereken sihirli bir formül! Peki tasarruf konusunda yeterince duyarlı ve bilgili miyiz dersiniz?
31 Ekim Dünya Tasarruf Günü sebebiyle hazırladığımız bu içerikte tasarrufun hayatımızın neresinde durduğunu; bu olgunun yaşam kalitemizi ne derece değiştirebileceğini ve bu konuda yapabileceklerimizi araştırdık.
Türkiye’de büyümüş birçok insan, büyüklerinden tasarruf hikayeleri dinlemiştir. Gaz lambasıyla aydınlanan; evlerde su şebekesi bulunmadığı için kilometrelerce uzaktan su taşımak zorunda kalan ve yediği her lokmayı bir şeyleri değerlendirerek elde eden bu nesil için tasarruf, bir mecburiyetin de ötesinde yıllar içinde vazgeçilmez bir yaşam tarzına dönüşmüş.
Öyle ki zor günleri geride bıraktıktan yıllar sonra -bolluk içinde yaşıyor olsalar dahi- bu nesle mensup bir büyüğümüz, lambayı kapatmayı unutunca size tatlı tatlı çıkışabilir! Yaşanan savaşlar; kıtlıklar, siyasi krizler ve doğal afetler neticesinde tasarruf olgusu hayatlarının her noktasına işlemiştir.
Ancak ekonomi otoriteleri Türkiye’de tasarruf olgusu ile ilişkinin giderek zayıfladığını belirtiyor. Küresel Finansal Erişim Veritabanı (Global Findex) verilerine göre Türkiye’de 1980’lerde %25 olan tasarruf oranı, 2010 yılından sonra %9 bandına kadar düşmüş durumda. Tasarruf verilerindeki bu dramatik değişikliğin en önemli sebebi ise elbette günden güne artan kredi kartı kullanım oranları. Dünya çapında bireylerin finansal hizmetlere ve kurumlara erişimini ölçen; 148 ülkede bireylerin tasarruf, borç alma, ödeme yapma ve riski yönetme davranışlarını analiz eden Global Findex’in raporlarında Türkiye’ye dair göze çarpan bir diğer veri de Türk insanının lüks tüketim ürünlerine ve taksitli alışverişe son derece yatkın olması. Yani banka ve finans kurumlarıyla sıkı ilişkilerin temelini tasarruf veya yatırım değil harcamak oluşturuyor.
Endüstrileşme ve küreselleşmenin tüketim alışkanlıklarına doğrudan etki etmesi son derece normal. 10 senedir yaşanan dijital dönüşüm olgusu, her türlü ürün ve hizmete daha kolay erişmeyi sağlaması yanında dünyayı dev bir reklam tabelasına dönüştürdü. Ancak tüketim çılgınlığının içinden filizlenen ya da yeniden canlandırılmaya çalışılan tasarruf hareketleri de yok değil.
İşte küresel iklim krizi ve bu krize bağlı olarak hızla tükenen kaynaklar nedeniyle doğan hareketlerden en önemlisi klasik toplumsal yardımlaşmanın dijitalleşmiş post-modern versiyonu olan “paylaşım ekonomisi” modeli.
Var olan kaynakları bireysel olarak tüketmek yerine, ihtiyaç duyan başkalarıyla paylaşmaya dayanan modelin en önemli temsilcileri araç paylaşım uygulaması Bla Bla Car; evlerin kullanılmayan odalarını otele dönüştüren AirBnb ve Uber. Üretilen müzikten, geliştirilen yazılıma; evde pişen fazladan bir tencere yemekten, gardıroplarda bekletilen giysilere kadar birçok mal ve hizmetin paylaşıldığı bu dev ekosistem israfı önlüyor, bireylerin tasarruf etmesini kolaylaştırıyor, etkileri giderek gözle görülür hale gelen iklim krizine karşı duyarlı bir duruş sergiliyor.
Yine sosyal medya sayesinde geçmiş yıllardaki popülerliğini yeniden kazanan DIY (Do It Yourself) yani “Kendin yap” akımıyla insanlar, eski eşyalarını atmak ve yenilerini almak yerine onları dönüştürüyor; onarıyor ya da birbiriyle alakasız objeleri yaratıcılıkları ile harmanlayarak hayranlık uyandıracak kadar fonksiyonel eşyalar tasarlayabiliyorlar. Bu akımın en büyük kazanımı yeryüzüne bırakılan atık miktarını azaltması ve bireylerin bütçelerinde hissedilir bir rahatlama sağlaması.
Hangimiz alışveriş yaparken “anlık” duygu patlamalarına teslim olmuyoruz? Gardırobumuzda 5-6 tane beyaz gömlek varken yenisini almak ya da elimizde onlarcası bulunan bir ruj renginin bir açık / bir koyu tonunu koleksiyonumuza katmak hepimizin zaman zaman esiri olduğu bir davranış biçimi. Dünyaca ünlü demografi uzmanı Michael J. Weiss bu davranışı “öylesine satın alma” olarak tanımlıyor ve bu içgüdüsel tüketim davranışının kişisel bütçe yanında dünya ekonomisine de büyük zararlar verdiğini ekliyor. Weiss’e göre “öylesine satın alma” davranışıyla bireyler ağırlıklı olarak ticari mallara yatırım yaptıkları için sosyal yaşam giderlerini ve hatta sağlık harcamalarını ikinci plana atabiliyor. Bu durum da kişilerin ve toplumların yaşam kalitelerini ciddi anlamda düşürüyor.
Ancak bu bilinçsiz harcama davranışının aslında çok basit bir panzehri var: Kökleri Zen felsefesine kadar uzanan minimalizm. İhtiyaç olmayan şeyleri almamak; eldeki kaynakları en verimli şekilde değerlendirmek ve parayı geleceği de düşünerek daha akılcı şekilde kullanmak insanı özgürleştirerek yaşam kalitesini artırıyor. “Daha az satın al, daha çok yaşa” anlayışına göre İsveç, Norveç ve Finlandiya gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde insanlar devasa giysi odaları yerine “az ama öz” içeriğe sahip kapsül gardıroplar kullanmaya; birden çok işlevi olan elektronik cihazlara ve enerji tüketimi açısından çok daha tasarruflu olan küçük evlerde yaşamaya yöneliyorlar. Bu eğilim de İskandinav ülkelerinde bireylerin geleceklerine yatırım yapmaları için çalışmalarına yardımcı oluyor. Öyle ki İsveç merkezli Swedbank yetkilileri, bankalarında biriken mevduatın önemli bir bölümünün bireysel emeklilik ve tasarruf hesaplarından oluştuğunu kaydediyorlar.
Gelelim tüm bu bahsettiklerimizi hayatımıza nasıl adapte edeceğimize… Listelediğimiz bu basit tüyoları uygulayarak kişisel ekonominizi baştan ayağa değiştirip paranızı çok daha verimli kullanabilir; daha da önemlisi geleceğinize yatırım yapabilirsiniz: